21 Ekim 2010 Perşembe

alakaya musakka koy tabağa ye sabaha

Yazasım var ama yazacak bişeyim yok sanki…
Böyle savrulup gidiyorum nicedir.
Bu aralar böyle hissediyorum. Sabah kalk, hazırlan, aman servisi kaçırma, çalış ya da çalışma ama akşamı bekle. Mesaiye kalmıyorsan bu defa dönüş servisini kaçırma, eve git, yemek ye, saçma sapan dizileri izlerken uyumak iste, son reklamlarda yatağa git, yat, hayal bile kuramadan uyu… Sonra yine alarmın sesi… Saat sabahın körü, hava aydınlanmamış bile…
Sabahları 2 buçuk saate varan, akşamları 2 saat civarında süren yollar artık batıyor bi taraflarıma. Daracık servis koltuğundan kalkarken popomu hissetmiyorum bazen. Hayır, lisedeyken top gibi yusyuvarlaktı sevgili popom. Git gide düzleşiyo, yakında koltuk şeklini alıcak, dümdüz olucak diye korkuyorum. Bütün gün oturuyorum yaa, düzleşmesin de naapsın yani.
Neyse saptı yine konu. Sıkılıyorum ve yoruluyorum. İşimin dibinde ev hayali kuruyorum ve “her şey ne kadar değişir” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Hafta içi de sosyal olabilmek istiyorum. Ama yorgun argın sadece uyuyan bir aygıra benziyorum.
Ay neyse işte….
---
Ablamın eski telefonuna el koydum. Kalas gibi, böyle kafana atsam kendi kadar yarık oluşturabilecek kıvamda bir telefon. Eski aptal ama narin görünümlü telefonumu, bu akıllı ama hantal telefonla neden değiştirdim peki? Teknolojinin gözü kör olsun. Sadece interneti var diye…
Sevgilim kendine yeni telefon aldı, kıskandım resmen, kalas telefona bile razı oldum. Ah internet sen nelere kadirsin. Bi de mesaj hafızası yok diye. Eski telefonumdaki 200 mesajlık hafıza sinir ediyordu beni. Mesajlarımı çok seviyorum ben oysa. Hepsi canım ciğerim, hepsini saklamak istiyorum. Ama çok sevdiklerimi ciddi ciddi silmeye kıyamıyorum.
İşte değiştirdim telefonu ama görmemişin biri oldum çıktım. Eve gidiyorum, bilgisayarı açmıyorum. Telefonum var nasılsa. Nasıl bir görmemişlik bu yaa, hayır bi de rahat da diil, varken hayvan gibi kocaman ekran. Ben sıkıştırılmış şeyleri hiç sevmem ki.
Ama bu başka işte. Yeni bir alışkanlık geliştirdim mesela, mükemmel türk dizilerini izlerken ekşi sözlükten de yorumları takip etmek gibi… Allah’ım nasıl bir zevk alıyorum, elimde bitmek bilmez bir dondurma var sanki, öyle parlıyor uykulu gözlerim.
---
Bi gün İstanbul’un kendine ait hissetmediği o semtten taşınıcam ve o zaman her şey yoluna giricek… diye umuyorum. Zaten hayatım o olunca bu olucak, şu olduğunda ben böyle yapıcam, şu olursa eğer…. Diyerek geçip gitti. Neden buna izin veriyorum acaba?
Ama yine de başka türlü düşünemiyorum. Şu an yapmak istediğim bir sürü şeyi zamansızlıktan yapamıyorum çünkü günüm herkesten yaklaşık 5 saat daha az benim. Bu yüzden taşındığım gün yaşam standardım değişecek. Öyle hissediyorum…