22 Kasım 2011 Salı

şeker kızlar

Çok şekerli tatlı ve de buram buram kokan parfümleri hiç sevmiyorum... Böyle ilkokuldaki kokulu silgilerimiz gibi kokan kadınların kafamda, uzun zamandır yıkanmamış hissi yaratmasına engel olamıyorum. Halbuki parfüm insanın ten kokusu gibi olmalı bence, içine çekince gelmeli, 5metre uzaktan değil. Hele şekerli ve tatlı hiç değil.

19 Ekim 2011 Çarşamba

insanız hepimiz

Vicadanı olan herkesin içi yanıyordur eminim.
Sabah sabah yüreğime bir şey oturdu resmen. Hakkari'deki saldırıdan bahsediyorum, 24 insanı ve beraberinde onların ailesini, sevdiklerini yok eden saldırıdan.

Canımın içinin güvenli bir yerde asker olduğuna şükrederken bir yandan, bir yandan da bunu düşündüğüm için vicdan azabı çekiyorum. Ama insanım ve bu insani bencilliği yaşıyorum, inkar edemem.
Aklıma şehit olan o insanlar, onların son düşüncelerinin ne olabileceği, o sırada kalplerinin nasıl çarptığı, nasıl yok oldukları bir gecede, anneleri, babaları, sevgilileri, eşleri, onların şu an hissettikleri geliyor, içim taşıyor.
Ben sadece insani hislerimle boğulur gibi olurken, ne durumdalar onlar düşünemiyorum. O an bencilleşiyorum işte, aklımda tek bir cümle yankılanıyor: Allah'ım O'nu koru, bizi koru, n'olur.

Nur içinde yatsın tüm şehitlerimiz, Allah ailelerine güç versin.

---

Diyeceğim o değildi başlarken aslında, öyle gelişti. Tamamen farklı şeyler yazmaya gelmiştim.

Ben, bir de insanlara kızıyorum.

5 şehitle 24 arasında ne fark var?
Sayıyla mı ölçüyoruz tepkimizi artık? Sabahtan beri facebook patlama yaşadı. Profiller değişti, durumlar, iletiler güncellendi. Herkes öfkeli. Öfkeyi anlıyorum. Ama sayıya göre mi değişmeli öfkenin boyutu?
Ben bir şehiti de kabul etmiyorum ki.
Hadi sabır taştı artık diyelim. Umarım taşmıştır gerçekten, umarım bir şeyler değişmeye başlar. Fazla mı iyimserim bilmiyorum, iyimser de olmak gerek biraz.

Ama...
Bazı yorumlar, iletiler, konuşulanlar... Beni inanılmaz rahatsız ediyor.

Doğunun kökünü kazımak gerek!...miş
Hak hukuk adalet, milliyetçi hareket!...miş
Herhangi biri alıp burda benzincide pompacı yapılmaz!...mış.

Asla ve asla teröre dair tek bir ihtimali bile savunmam ama bütün bir coğrafyayı suçlamak, yok etmek istemek, böylesine aşağılamak... Ben bunu da kabul edemiyorum.
Aşağılamak ne demek yaa? Nasıl bir ayıp? Kimsin ki sen, kimi aşağılıyorsun?
İnsanız hepimiz sen mi unuttun, bir üstünlüğümüz var da ben mi görmüyorum? Ben batıda doğdum diye mi soylu, yaşamaya hakkı olan bir insanım? O ise doğuda doğdu diye, sadece kaderi orda yazıldı diye, kökü kazınacak bir hain olamaz. Olmamalı.
Nasıl bir bakış açısı ki bu Adana'dan doğusu sadece terörist ve terörist yuvası olarak nitelendirilebiliyor.

Terörü aklı başında olan kimse kabul etmez. Ama aklı başında hiç kimse de çözümün tüm güneydoğunun kökünü kazımak olduğuna inanıyor olamaz.

11 Ekim 2011 Salı

mutluluk döngüsü

Gidiyorum yine yanına bu hafta sonu!
Hayat güzel, hayat bayram bana yine. Önümdeki 3 iş sabahına mutlu uyanıcam, günler hızlı ama saatler bir o kadar yavaş geçecek. Hayallerim en güzel kurgularıyla doluşacaklar yine beynime, sabahları insanlara güzel güzel "Günaydınn!!" diyicem, en mutlu sesimle.
Çünkü az kaldı, sevgilimi görmeme az kaldı.
Şafak uzaksa mehtapla idare ederiz, o da çok güzel diyerek mehtap tadında kavuşmalar saracak benliğimi. Az kaldı.

Sonrası kötü oluyor gerçi, dönüşler, suratsız günlerimi aratacak kadar nemrut birine çeviriyor beni.. Yavaş yavaş durumu kabullenip, normale yakın bir hale gelmişken, tekrar uzun yollar, kavuşmalar, mutluluklar ve sonra tekrar... Mutluluğum bir döngü halinde, teskere gününü bekliyor, daim kalabilmek için...


Ve ben, işte döngünün sevdiğim kısmına geldiğim için, haftasonum kokusuyla dolacağı için, bir kaç gün sonra mehtaba uyanacağım için çok mutluyum...

3 Ekim 2011 Pazartesi

Hazret-i Sultanım

Ben lisedeyken bir Safiye Sultan furyası vardı. 3 kitap mıydı neydi. Bir kitaba bağlanmaya görsün, yemelerden içmelerden kesilen bendeniz bu 3 kitabı nefes almadan okudum bitirdim. Okuduğum her kitaptan göreceli de olsa mutlaka etkilenme halimden bu seri de nasibini aldı ve okulda haftalarca sarayda yaşayan bir cariye edasıyla dolandım durdum.
- Yürürken eteklerimi hafif hafif kaldırıyordum.
- Tarihi zaten çok severim ama Osmanlı'nın bu kitap sayesinde ayrı bir de yeri vardır gönlümde, Topkapı Sarayı'nı, sırf okuduğum kısımları hayalimde canlandırmak için, kaç defa daha ziyaret ettim.
- Kulakları çınlasın pek bi sevdiğim Tarih hocama "Paşa Baba" diye hitap ediyordum...Tabi ki yüzüne karşı değil :)

Böyle bir hayallerde bir hülyalarda yaşıyordum. O zamanlar Safiye Sultan'dım ben, heheyy ne entrikalar yapabilirim ben beee, diye için için böbürleniyordum.

Derken daha beteriyle karşılaştım!!!

Kim mi?
Ayol kim olacak HÜRREM tabi ki!

Lise günlerimin üzerinden kaç yıl geçti, ben o kitapların üzerinden kaç kitap okudum, kaç kitaptan daha etkilendim, kaçını hayallerimde kendi hikayem yaptım ama gel gör ki yine bir saray kadını aldı götürdü ben Osmanlı saraylarına.

Muhteşem Yüzyılla zaten kendimden geçmiş durumdayım. Bir de Moskof Cariye Hürrem'i okumak hiç iyi gelmedi bana.
Okurken kah Halit Ergenç - Meryem Uzerli ikilisi canlandı gözlerimde kah ben ve canım sevgilim...
Rüyalarıma giriyor blog, zehirli kadehler uzatılyor bana, casuslar etrafımda dolanıyor, ben bi işler çeviriyorum.
Canım sevgilim askerde, ben Süleyman'ımı savaşa göndermiş gibi vakur dolanıyorum etrafta. Üzülmek mi, ne üzülmesi, yiğidimin zaferle döneceği günü bekliyorum. Böyle hissediyorum valla kaç gündür.
Telefonum çalıyor, bakıyorum asker numarası, "Hazret-i Sultanım, bu kulunuz sizi çok özledi, yokluğunuzda nefes alamaz, bir kusurumuz mu var ki yüzünüze hasret kaldık" diyerek açmamak için çimdikliyicem yani kendimi o derece.

Hele o Hazret-i Sultanım demeleri yok mu kadının. Kitabın adını böyle değiştirmek istiyorum. Bir Hazret-i Sultanım çıkıyor ağzından, sevgi, aşk, ihtiras, ihanet, hırs, entrika ne ararsan var. Herşeyi barındırıyor ama öyle de güzel çıkıyor işte o ağızdan. Yani ben okurken hep böyle hayal ediyordum.
Sonra da,
Safiye! kız senin ki de entrika mı? İyi belleyememişsin sen Hürrem'i, diye geçiriyordum aklımdan. Ah biraz çalışsa kafam, kadın veziri paşayı parmağında oynatıyor, ben kariyer basamaklarında atlaya zıplaya ilerlerdim valla...

26 Eylül 2011 Pazartesi

mesafeler

Mesafeleri aşıp yanına gidersin, iki kısacık günün sonunda özlemini hafiflettiğini sanırken, aslında yokluğunun ne kadar ağır olduğunu acı acı fark edersin...

Askerlik zor, hep söylenir de insan başına gelmeden fark etmiyor gerçekten ne kadar "zor" olduğunu.
Özlüyorum sevgili blog çok özlüyorum... Ayrılırken yanından, ne kadar çeksem de kokusunu içime, geçiyor gidiyor. Havada arıyorum kokusunu, derin derin çekiyorum içime, bi yerde yakalarım diye...

Bitsin geçsin...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

ding ding dong

- Arkadaşım çalıştığı şirketin tiyatro topluluğuna girmişti bir kaç ay önce. Garip bir şekilde girdi aslında ama önemli olan sonucu zaten.
Tiyatroyla ilgili en ufak bir geçmişi olmayan bu insanın ilk oyununda nasıl da harikalar yarattığına inanamazsınız!!! Amatör denilemez. Mümkün değil. Bayıldım. Gözümden yaş getirecek kadar güldüm. Sebebi hem gerçekten komik olması hem de onunla garip bir şekilde gurur duymamdı.
Sanki çocuğummuş da ilk piyesini oynuyormuş gibi, hani anneler olur ya içlerinden "benim çocuğum o!" diye bağırdıkları gözlerinden okunur. Kendimi öyle hissettim işte. Biri keşfetsin bu kızı diye dua ediyordum bi ara içimden, o derece.

- Çileği çok seviyorum ben ya. Ye ye bıkmam. Biri yerken gördüğümde ağzımın suyu akmasın diye irademi güçlendirmem gerekiyor.
Eriği de çok seviyorum kiviyi de... Ama çilek başka. Çok başka. Bir de muzu da çok seviyorum.

- Evlenirken çalacak ilk müziği buldum. Kimin bestesi bilmiyorum henüz. Çok güzel. Çook çok güzel.
Keman sesine de bayılıyorum.

- Yaz gelsin istiyorum. Ama sevgilim askere gidicek ağustos ayında, o yüzden hep temmuzda kalmak... Temmuz uzasın bu yıl bizim için, ağustos bir şekilde gelmesin.
Düşününce özlemeye başlıyorum.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

hanfendinin bıdı bıdısı

Birine blogumun adını söylerken utanmam işten bile değil!
Zira hangi küçük ev?
Dahası hangi küçük hanfendi yaa??? Minimum 1.76'yım. Pek küçük sayılmam yani ebat olarak.
Belki küçük evin zarif hanfendisi olabilirim:p Hani inceyim falan ya, zarif sayılabilirim belki az buçuk.

Ama küçük hanfendi.. I ıh olmuyor. Komik... :)

------------------------------------

Ben bu blogu niye yazıyorum.
Anlatıyım bir şeyler, içimi dökeyim bazen falan diye. Ama dökemiyorum.

Kırgınım mesela. Kime neye daha fazla kırgın olduğumu bilmiyorum. Yazmıyorum da hiç bir şey. Neden? Ya okunursa korkusundan. Ne anladım ben bu işten? Özel yok, güncel yok, o yok bu yok.

3. şahıs mı olsam acaba?
- Bir arkadaşım anlattı geçenlerde............. (Yersen)

Yoksa hikaye mi yazsam hayatımdan alıntılarla:p
- Bir kadın varmış... Naapsın çok kararsızmış.... Sonra bir gün.... Ve böylece....
diye.

Yok...

O da yok, bu da yok...

21 Nisan 2011 Perşembe

kızımın müsamereleri

Sevgilim çok çalışıyo sevgili blog.
Yüzünü göremiyorum, unuttum unutucam. Vergiyle falan uğraşıyor bunlar şimdi, her yıl aynı tarih mi bilmiyorum ama 23 Nisan zamanları beyannamenin son günü (duyduklarımdan, dinlediklerimden aklımda kalanlar bunlar, yanlış olabilir, emin değilim)ymüş.

O yüzden her yıl bu zamanlar canımıniçi çok çalışıyor. Çok çalışıyor derken mübalağa etmiyorum valla, kaç gündür sesini duymadım doğru düzgün.

Neyse işte, olur ya bizim bi gün güzel bi kızımız olursa, bu çocuğun 23 nisanları babasının müsamerelerine gelip gelmeyeceğini merak ederek mi geçecek? Sorarım sana...

Bu mu aklındaki deme, bugün mini mini çocukların 23 nisan heyecanını görünce nedense aklıma bu geldi.
Benim biyolojik vaktim geliyor galiba yavaştan.
Zaten son zamanlarda da hep müstakbel kızımın babasına olan aşkıyla ilgili rüyalar, hayaller falan var hayatımda:p

Evet tek amacım konuyu buraya getirmekmiş gibi oldu. Ama şaka bunlar, hepsi espri.
Yoksa ne biyosu ne saati...

Ama bu 23 Nisan konusu önemli. Şimdi perşembeye falan gelir, cumayı da alırız bi 4 gün tatil yapmak, kafa dinlemek isteriz. Beyannameler taş koyacak bu gidişle.

Ayy tamam offf saçmaladım.

Ama özel hayat olmalı. Konuyu böyle kapatıyım ben, özel hayat önemli.
Nefes alıcak zaman kalmalı insana.

Bitti.. Tamam, byeesss:)))

topuklara kuvvet

Es kaza bu blogu google'dan bulup gelip okuyanların yarısından çok çok fazlası Bihter Hanım'ın namahrem bölgelerini aratıp geliyormuş.

Ben de bir tarihte yazmıştım Bihter'e ait bir şeyler tamam ama blogumun okunma yüzdesine bu kadar katkısı olacağını bilmiyordum efendim. Bihter abla bana da yaptı bir güzellik demek, sağolsun.

------------------------------------------------

Topuklu ayakkabı giymek istiyorum. Ama gerçek topuklu ayakkabılardan bahsediyorum. En az 10-12 pont yani. Ama;

- Boyum çok çook çooook uzun oluyor. Herkese yukarıdan bakmak bir yana kendimi dev insanlar gibi hissediyorum. Utanıyorum ve kafam sürekli birilerine bakmaya çalışırken öne doğru eğildiğinden dengem bozuluyor. Evet.

- Ayaklarım acıyor. Ama sanırım bu her kadında var olan bir problem. Tek sorun bu olsa, herkes nasıl dayanıyorsa ben de dayanırdım.

Fakat insanlardan gelen "bi de topuklu mu giydin" tepkilerine deli oluyorum. Size ne...

Baksanıza nasıl güzel. Hem bacaklarım güzel görünüyo, daha ince, daha kaslı falan. (tamam tamam daha kaslı derken direkt kaslı yani:p)

28 Mart 2011 Pazartesi

küçük sırlar

Ben bu küçük sırlar dizisini denk geldikçe izlemeyi seviyorum.

Gerçi zaten nasıl takip edilebilir bilemedim, ne zaman denk gelsem başka bir gün ve yine de yeni bölüm. zırt pırt değiştiriyolar sanırım gününü.

Neyse, seviyorum işte izlemeyi. Şimdi bunlar daha yeni liseden falan mezun oldular ya, nasıl bilmişler, nasıl manken gibiler. Sırlar, entrikalar falan gırla.
Kendimi hatırlıyorum, nasıldım ben o zamanlar diye. Çocuktum bee. Bak fotoğraflarıma, valla suratımda hala çocuk ifadesi:p

Ama galiba yeni nesil bunlar. Yeni nesil dediğime bakma aslında, ben mezun olalı ne kadar oldu ki daha ama demek dünya çabuk değişiyor. Demek artık lise öğrencisi deyince bizim gibiler gelmiyor akla.

O değil de eşşek kadar oldum ben hala öyle giyinip süslenip, kafam kadar topuklu ayakkabılarla tıkır mıkır yürümüyorum.
Diziyi izleyip izleyip monotonluğuma yanıyorum. Hafta içi pert halim zaten. Haftasonu gelsin artık diye dua ederken haftalar aylar geçiyor farketmiyorum Yaşadığımı hissettiğim tek zaman diliminde, haftasonunda da bütün gün nerdeeee öyle tıkır mıkır dolaşmak. Boşver evden çıkma, yat deseler, yatarım bütün gün. Öyle paçoza bağlama eğilimindeyim.

Sonra bu diziyi izliyorum işte, vay beee, gerçek mi lan bunlar diye. Ama biliyorum gerçek. Örneği var. Facebook'umda da ekli bir kaçı. Bi bu diziyi izliyorum, bi girip onların fotoğraflarını inceliyorum.

Vallahi gerçek.


Bak yine gaza geldim. Yarın sabah bi 10 dakka önce kalkabilsem de işe gitmeden önce saçıma adam gibi bi şekil versem bari. Hani düzleştirsem falan.

Kısmet bakalım.

21 Mart 2011 Pazartesi

kia kia kia

Çok sıradan bi reklam biliyorum ama izlemeyi seviyorum. Kia Kia Kia!!!

Şimdi daldan dala atlıyıcam birazdan.
Pazarlama iletişimi eğitimi aldım. Reklamları izlerken artık, bu reklamın içgörüsü nedir, yok efendim marka karakterine uygun mu, ne hissettim, beynim ne diyo vs vs topiklerle izliyorum reklamları.

Bu reklam da böyle sıradan mıradan ama nasıl mutlu oluyorum izlerken. Perhaps perhaps perhaps'ın müziğini Türkçe sözlerle kullanmışlar. Ama o değil mutlu eden beni. Şarkıyı mutlu ve neşeli söyleyen insanlar.
Ağızları kulaklarında söylüyor reklam filmindeki oyuncular şarkıyı.
Bence mutluluğun en çok hissedildiği durumlardan biridir ağız kulaklardayken şarkı söylemek.

Nil Karaibrahimgil'i de bu yüzden çok severdim ilk zamanlarında. Bütün şarkılarında hissiyatı dudaklarından çıkan sesin tınısıyla anlaşılıyordu. Hala da öyle sanırsam..

Hani şimdi facebookta ordan oraya dolanan bi şarkı var ya ZAZ - Les Passants, hani sokak performansı.
Nasıl mutlu kız şarkıyı söylerken, eminim izleyen herkes bi yerden sonra farketmeden gülümsemeye başlıyodur.
Ben her seferinde salak bi sırıtışla tamamlıyorum şarkıyı.

Böyle hisseden başkaları da vardır di mi? Çok güzel bir duygu