21 Nisan 2012 Cumartesi

hayattan rengi alın geri neyi kalır ki...

İzlediniz mi bu reklamı?
Bir kaç ünlü melodiyi söylemeye çalışıyor, Fahir Atakoğlu piyano ile yönlendriyor onları falan.

Ben çok sevdim, reklam bana çok samimi, çok içten geliyor. Melodiye bayıldım.

Tabi ki her şeyi seven sevmeyen olabilir. Sevmemiş olabilirsin, zevk meselesi hiç bir şey diyemem.
Ama bazı yorumlar var ki, sinir oluyorum;

- Hayat renklerden ibaret midir, o zaman körler ne yapsın? Kör insanları inanılnaz mutsuz edebilecek bir reklam buuu!!!!! 
İşte bu en en en ifrit olduğum yorum. Ben bunu söyleyenlerin çok büyük bir kısmını samimiyetsiz buluyorum. Bu bir reklam, aaa evet hem de boya reklamı. İşi boya, renkler falan, tamamm? Sen söylediğin samimiyetsiz cümlelerle, gözleri görmeyen bir insanı reklamdan çok daha fazla yaralıyorsun bence. Bırak o hayatın renginin ne olduğunu düşünüyorsa öyle dinlesin o melodiyi. Sen böyle dediğinde bir ilerleme kaydetmiyoruz hiçbirimiz.

- Çıkmışlar oraya, 5 kez detone olmuşlar, notayı kaçırmışlar, bilmem ne olmuş. Sonra bir anda hepsi bülbül gibi oluyor. Evet yedik biz de. Hele o Tülin Şahin!
Bak bebeğim, canım, tekrar söylüyorum: reklam bu. Bu - bir - rek-lam. Hani var ya mesela şehrin yaramaz çocuğu. Arabacık ordan oraya atlıyor, dağları tepeleri zorluyor falan. O reklamı gıkın çıkmadan izliyorsun ya hani, aynı şey, daha bile mümkün. Sus yani, biraz zevk almaya bak.

- Anlatım bozukluğu var burda, hayattan rengi alın, geriye hayatın neyi kalır ki, olmalı cümle.
Bravo. Yıllarca aldığın Türkçe dersleri boşa gitmemiş. Facebook da falan yazarken seni chok sewiyom yazabilirsin, cevap olarak gelen benDE seni bebeğimm cümlesindeki "de"nin ayrı yazılmamış olması seni zerre rahatsız etmez hatta dikkatini bile çekmez ama reklama bok atıcaksın ya, ne var ne var ne var hah buldum anlatım bozukluğu var lan bunda!!! diye mutlu olursun.
Elimden geldiği kadar dil bilgisi kurallarına uymaya çalışırım. Mükemmel değilim ama özen gösteririrm. Ama reklamların biraz özgür olması gerektiğini savunuyorum.
Ye Mc Yemek mi ne vardı, bu reklam değil ama özgür olmaktan kastım. Ama şu reklama anlatım bozukluğu var diye carlanması üzüyor beni.

Böyle yani a dostlar. 
Eleştiri kötü değildir, geliştirir. Ama sırf eleştiri yapmış olmak için yapılmış eleştirilerden nefret ediyorum.
Biraz olumlu ve yapıcı olalım yaa. Zor değil. Hem bak dene bir kaç kez, nasıl mutlu oluyorsun. En büyük fayda kendine yani. İç huzuru, denge falan... Bunlar güzel şeyler.

Öpüyorum.
İyi seyirler...

Muguet.

19 Nisan 2012 Perşembe

manastır'daki küçük ev

Havalar ısınıyor. Isındıkça benim bütün kış burnumda tüten ama yaza doğru iyice artan Manastır özlemim su yüzüne çıkmaya başlıyor.

Daha önce bahsetmiştim;
ve minik minik diğer yazılarda da...

Orası çok özel benim için, küçük hanfendinin küçük evi orası. Minicik. Ama gerçekten minicik.50 metrekare. Gerçi evin içinde geçirilen vakit o kadar az ki, fazla bile geliyor. Veranda varken, kıyıdaki banklar varken, islele varken insanın canı eve girmek mi ister.

Nasıl huzurlu bir yer. Ayak bastığım an ruh halim değişiyor. Stres küpü olan beni bile bir anda sakinleştiriyor. Orda herşeyin çözümü var. Bıkmadan yaşarım orda, yeterki sevdiklerim orda, yanımda olsun.
O, yanımda olsun.

Sakinliği ayrı güzel, fırtınası ayrı. Fırtınadaki kokusu apayrı. Saatlerce oturup şu görüntüyü izleyebilirim, dalgaların hışırtısını dinleyebilirim


Bir kaç hafta da geçse hıphızlı da, haftasonu seferleri başlasa. Geçen yıl çok az gittim diye bütün bir kış hayıflandım durdum. Bu sefer daha sık gitmeliyim.

Kokusu burnumda tütüyor.

Muguet.

18 Nisan 2012 Çarşamba

hikayemin kahramanı... iyi ki varsın!

Ben 5 yıl önce aşık oldum!

Öncesi yok. Öyle bir duygu yok. Her şey var, ama ona aşk diyeceksem öncesinde aşk yok. O zamana kadar hayatıma kimseyi sokmamışken bir anda aşk neyle tarif edildiyse hepsini yaşadım. Dünyanın durması, nefessiz kalmak, mutluluktan ağlamak, bir anda mutsuz olup yine ağlamak. Salaklaşmak, durup dururken heyecanlanmak, onun fotoğrafıyla yaşamak, plan yapmak...
Ben çünkü bundan 5 yıl önce aşık ilk kez aşık oldum.

Vakti gelmemişti ki, bir ilişkiye dönmedi. Sonraki 2 yıl, her hoşlandığım kişi için hayali bir kritere dönüştü. Kimseye de izin vermedi :)

--

Ben hep 'O'nu beklemiştim o zamana kadar. O kadar biliyordum ki geliceğini, karşılaştığımda anlayacaktım nasılsa. 'O' gelene kadar beklerdim, nolucak ki. Hayatıma biri girecekse sadece 'O' olsundu. E tamam, işte şimdi karşımdaydı, emindim de aslında, ama ben bundan 5 yıl önce cesaretsizdim.

--

Cesaretsizdim.
Ve insan 3 kez gördüğü, tanımadığı birine nasıl aşık olur! dedim. Kendimi mi kandırdım? Sanmışım. Ben geri kalan 2 yıl, onu sildim sanmışım aklımdan.
 
Bir anda bütün hücrelerimden fırlayana dek...
Vaktin geldiği güne dek...
Hayatımda biri olacaksa Merih olacak dediğim güne dek...

--

Hayatında aldığın en doğru karar ne diye sorsalar ya da hayatının dönüm noktası, en kritik gün... Hepsine, hiç düşünmeden o günü söylerim. Vaktin geldiğini her hücremde hissettiğim günü.

Ama en önemlisi beni yanıltmadığı için O'na teşekkür ederim. Yıllarca beklediğim kişi olduğu için, beni bu kadar sevdiği için, böylesine sevebildiğimi gösterdiği için, hayallerimdekinden daha fazlası ve benim hikayemdeki Mr. Darcy olduğu için...
...

3 yıldır her şeyimdin sevgilim, geri kalan her anımızda da birlikte olmak dileğiyle...

Muguet.

17 Nisan 2012 Salı

kurumlar vergisi ertelenmeli !!!

Ön Not : Bu yazının yazılış amacı kişisel sebeplere dayanmaktadır. Fotoğraftan belli zaten. Konunun vergiyle, kurumla ilgisi yoktur:p

Bak ben teee zamanında buraya yazmışım çocuğumun 23 Nisan müsamerelerini göremiyicek sevgilim diye. Tabi o vakitler hala 'kocacım' mertebesine yükselmemişse görmesin zaten! Göstermem.

1 yılda hiçbir şeydeğişmez mi? Değişmeyebilirmiş. Araya askerliği soktuk, döndük dolandık, yine bir 23 Nisan. 3 günlük koskoca tatil. Ama sen bir gün bile göreme sevdiceğinin yüzünü. Neden? Çünkü kurumlar vergisi dönemi: denetimler bitmeli.
Talep giricem, yok mu bunun bir sistemi? İleri bir tarihe alınsın, mümkünse de 19 Mayıs'a dokunmasın.

Neyse. Bu kadar dır dır yapmamın bir nedeni de, yarın bizim 3. yılımız. Öyle kutlamalar, özel günler vs'ler çok önemli değil benim için, bir tek doğumgünlerine önem veririrm, o da doğmuşuz yani, ondan, ama oldu ki bir şey yapmak istedik, ki oldu bu yıl. Yemek yiyelim dedik güzel güzel; ne mükemmellllll bir 3 yıldı, dimi sevgilimm, diye.
Ama her gece 12'den önce çıkmayan bir insana, hadi boşver madem, bugün erken çık yarın gece 3'te çıkarsın denilmez ki...

Ya aslında var ya, hepsi boş. Valla çok özledim, ondan koydu bu kadar.

Sistemi buluyım talebimi giricem ama orası ayrı...

Haydi öptüm, kib, byes, mucks!

Muguet.

15 Nisan 2012 Pazar

bir hinlik daha!

Bu da facebook'tan.

Zaman tüneli şeysi var ya, hiç sevmedim, henüz ben sevdim diyen de görmedim. Peki acaba neden bir sürü insan zaman tüneline geçiyor diyordum ben de.

Facebook cebren ve hile ile geçiriyormuş meğer. Bugün bir video isleyecektim. Eskiden play'a basıp izlemiyor muyduk? Şimdi onu takip et ya da buraya tıkla sonra izle tarzında bir şey çıkıyor. İyi yaa basıyım madem dedim, demez olaydım, sağdaki yazıyı gördüm son anda: Canım ona basarsan zaman tüneline geçiş yapıyorsun, heyoo sen de son anda gördün dimiiii!! hehe hee!
Escape dedim, iptal iptal iptal dedim. Durdurabilecek her tuşa bastım. Evet, o takip edilecek video programını iptal etmiş oldum.
Ama profilim zaman tüneline döndü bile blog, kendimi kandırılmış hissediyorum.

Bir de bana süre verdi, ister hemen geç, ister 22'sinde. Kendini yırtsan 22'sinde profilini herkes öyle görcek bebişim, hayırlı olsun dedi resmen.

Sinir oldum.

Madem çarem yok, alışıyım bari dedim. Kapak resmi falan yaptım kendime, napiyim...

spor salonları hinliği

Salaklığıma yanayım.

Taa eylülde üye olmuştum ben spor salonuna ama abuk sabuk bi sürü şey yüzünden bir türlü başlayamadım. İki arkadaş birlikte üye olduk. Pazarlık yapıyoruz tabi ki, şöyle indirin, böyle taksit olsun diye. Neyse sonunda bizi bir grupla birlikte üye yaparak indirim sağlayacağına karar verdi sevgili danışmanımız. (İlk ve son görüşümdü zaten kendisini)

Özellikle de sorduk. Ne zaman aktif olacak üyeliğimiz diye, ısrarla aynı cevabı aldık, "siz ne zaman gelip başlarsanız."

Kasım ayında arkadaşım başladı spora, ben daha başlayamıyorum. Ama zaten ne zaman başlarsam başlarım yani dimi, rahatım, takılıyorum. İçimize de sinmedi bişiler demek ki, sordu sonra arkadaşım, ben başladım falan ama bir tek benim için geçerli değil mi diye.

Dırı dı dımmm, pek sevgili danışman, grup iptal olduğu için bizi aile üyesi yapmış ama bize haber vermeyi galiba atlamış. Bu nedenle de arkadaşım başlayınca ben de başlamış sayılmışım!!!
Bir de bize "hiç sorun değil, başlayacağınız zaman gelin, ben hallederim, o kadar ayı ekleriz üyeliğinize" dedi. E iyi madem dedik.

Bir dırı dı dımm daha sevgili okur! Bu konuşmadan 1 ay sonra da adamın spor salonundan ayrıldığını öğrenmeyelim mi. Yine eteklerim tutuştu benim ama bu sefer harbi tutuştu. 4 aydan bahsediyoruz.

Bu arada spora başlamaya da karar verdim. Gittim yeni danışmanıma anlattım durumu. Ben bekliyorum ki, aa tabi, bizi temsil eden bir danışmanın verdiği söz bizim sözümüzdür falan desin. Yok annem, nerde.

1 ayı geçti, o ona sorucak, o müdür yardımcısına, o koordinatörüne. Sen bir dilekçe yaz. Aa şimdi bir de mail at. Hayır dediler, bir de sen görüş. Ondan haber bekliyoruz. Bu sefer bi üstten haber bekliyoruz. Bi saniye şimdi en üstten haber bekliyoruz diye diye 1 ay geçti. Hala durum belli olmadı.

Ben hala şu zarif çizgimi bozmadım tabi, son derece naif derdimi anlatmaya çalışıyorum. Ki bence tam da bu sebepten hiç bi ilerleme kaydedemiyoruz. Biraz çirkefçe olay çıkaraydım, hafiften tehdit edeydim belki daha hızlı dönüş alırdım.

Bakalım bu hafta bir dönüş olacak mı.

Bu güzide, şehrin merkezinde, bulunduğu konum nedeniyle iş dünyasında gayet popüler spor salonumuzun adı ile ilgili bir şey söylemiyorum henüz.
Ama sabrım taşıyor gerçekten.

Bu kadar kurallarına bağlı bir salonsan, müşterini direkt etkileyecek bir değişikliği, kendisine haber vermeden de yapamazsın.
Bu ayıp.