26 Aralık 2010 Pazar

ben, benden cesur birini isterim hayatımda!

Ben;
Benden olgun insan isterim karşımda!
Benden dürüst,
En ufak dalgada,
Arkasını dönmeyecek kadar olgun.
Arkamı döndüğümde,

Sırtımdan vurmayacak kadar güvenilir.
Bir o kadar cesaretli olmalı.
Yağmurdan ıslanıp,fırtınadan kaçmamalı.
Ayağı taşa takılınca kayadan korkmamalı.
İşine gelince sevip,
Zoru görünce bırakmamalı!
---
Günlerdir cesaret hakkına düşünüp dururken, hayatımda istediğim kişinin benden daha az cesarete sahip olabilme ihtimalini kaldırıp kaldıramayacağım konusunda kafa yorarken Can Yücel'in yukarıdaki yazısına rastladım facebook'ta.

Yoo, kimseye haksızlık etmek istemem, O'na asla... Yukarıda yazanlarla alakası yok O'nun. Ama canımı sıkıyo bir şey, cesarete takığım bu aralar, pire için yorgan yakan biri miyim, bilmiyorum. Sadece tek bir kelime için, şu bütün yazıyı göndermemeliyim O'na. Bu daha büyük haksızlık.

Ama demiştim ya huysuzluk normalim oluyor diye, kafama takılmışken bir şey, yüzümü güldüremiyorum ben, yapmacık sevgi gösteremiyorum. Aklımda her şeyimi etkileyen kocaman bir SORU varken, ben hiç bir şey yokmuş gibi davranamıyorum...

Yanımda dururken yanağı, sarılıp öpemiyorum. Kafamı uzatsam yetecekken, kokusunu duyamıyorum. Eli orda dururken, ben gidip o eli tutamıyorum. Böylesi de kendime haksızlıkmış gibi geliyor işte.

Aklımda o koca "cesaret" kelimesi varken...

24 Aralık 2010 Cuma

döktüğüm yapraklar

Bildiğin asosyal olmuşum ben yaa.

Şimdi efendim şöyle anladım; Haftaya Çarşamba, yani 29’unda, iki sevgili dostumun çalıştığı, 5 kadınlı mini şirket yılbaşı partisi veriyor.
5 kadınlı mini şirket dediğime bakma ama sen, katılım “mini” kısmını unutturucak şekilde oluyor yani. Böyle sıcak, samimi, güzel bir şey oluyor işte. Ha yok ben katılmadım daha önce ama biliyorum. Çam ağacının altındaki bir sürü hediyeden bir kaçının benim olması için yalvar yakar az mı dırdır ettim kızlara.

Neyse işte, ben de davetliyim bu sefer.
Ama ben neye üzülüyorum?
29 Aralık YAPRAK DÖKÜMÜ’nün finali. Şimdi ben oraya gidersem diziyi izleyemeyecek miyim?, diye üzülüyorum.
Bu dert edecek ve hatta gitmemeyi düşünecek kadar! Allah’ım sen beni ne yap!!

Necla barışcak mı o herifle merak ediyorum ama. Sedef hapisten çıkacak olan Şevket’i görünce depreşecek mi aşkı? Roma çocuğunu bırakacak mı ortada? Sonra Leyla’yla Necla nasıl ve dizinin kaçıncı dakikasında sevgi yumağı olacaklar? Ali Rıza amca nasıl bülbül olcak?
En çok da Ferhunde nolucak onu merak ediyorum. Kime yamayacak finalde kendini? Son olur umarım, mutlu yaşar o kadıncağız da…

Bilmek istiyorum tüm bunları napıyım…

deli fişek servis şöförümüz. azgın boğa mı demeliydim?

Sabahları 9.00'da iş başı yapıyoruz biz. İnsanlar 9.15-9.30 arası geliyor ama...

Şu an saat kaç. Dur bakiim, aaaa daha 8.00 bile olmamış. Çünkü biz her sabah 7.45-8.00 arası işe geliyoruz.
Allah'ın bir ucunda oturuyorum evet, sabahları 10 dakika geç çıkmamız bizi işe yarım saat geç bırakıyor, tamam. Ama bari normal bir şekilde gelelim, saatin 8 buçık olduğunu görelim şirketin önüne geldiğimizde.

Ama hayır. Öyle bir şöförümüz var ki, kendini minibüs şöförü / ralli şampiyonu karışımı bir şey sanıyor.
Emniyet şeridi mi? O da ne? Biz onun bizim şöför için yapılmış özel yollar olduğunu sanıyoduk haftalardır:S

Sağlama sollama gırla. Bir de kızdı mı birine gör sen şamatayı. Resmen sıkıştırıyor, bir yolunu buluyor, adamın aracının yanına alıyo bizim aracı, tip tip bakarak devam ediyoruz yola öyle.

Geçen gün bir minübüsü kovaladık. Evet, kovaladık. Tem'e gidiş yolunda hem de:S Bizim ki "geç lan sağa" diye bağırıyor ama minibüscü de tık yok, gördü tabi bizim azgın boğa kıvamındaki iri yarı herifi, durur mu sağda, bastı gaza gidiyor, yolcuyu indirmeyecek elinde olsa.

Elinde değil tabi, biraz sonra yanaşmış sağa, bi kaç yolcu indiriyor. Bizim azgın boğa takipteymiş meğer, çekti mi arkasına, atladı mı arabadan, koşuyor mu minibüse doğru. Koşuyor, valla koşuyor.
Minibüscünün son yolcusunu atmasıyla fırlaması bir oldu, bizimki kaldı yolun ortasında, akan trafikte atlarsan bi de öyle yola, ezilme tehlikesini de göze almalısın tabi. Neyse ki deneyimli şöförlere denk geldik, korna basıp, bizimkine küfredip geçip gittiler.

Her gün bu şekilde gidip geliyoruz. Artık insanların ortak bir dileği var bizim serviste, "birini dövse de rahatlasa." Öyle bir tavrı var çünkü.

Tüm bu olanlara ne mi diyoruz serviscek?
Hiiiiç. Evet, koca bir hiç.

Sabahları kornalar biraz fazla çalınca herkes gözünü açıp bi bakıyor, tehlike geçmiş, hadi uyumaya devam'dan öteye bir adım geçmiyor ama...

Çünkü öyle bi yerde oturuyorum ki, servis şöförü dayanmıyor. Trafikte pes edip bırakıyolar servisi.

Elimizdekiyle yetiniyoruz sanırım biz servisce.
Ben zor tutuyorum kendimi, çok sinirleniyorum çünkü, ama korkuyorum lan. Evet evet yanlış okumadın! Korkuyorum.
Bu adam bakmaz bişeye, öyle dönüyor gözü, iner atar beni servisten. Döver bi de:p

Bu sabah yol boyunca, acaba adama tepki versem beni ne gibi tehlikeler bekler konulu ihtimaller serisini düşünmekten uyuyamadım.

Gör bak ne kadar korkuyorum!

23 Aralık 2010 Perşembe

beni seviyor....

Ama dediğim gibi; hayatta ‘seni seviyorum’ dan daha güçlü birtek cümle var. O da; ‘beni seviyor’.

Bugün bloglar arasında gezerken şurda rastladım bu cümleye. O kadar sevdim ki anlatamam. Nasıl güzel bir duygudur göğsünü gere gere "beni seviyor" diyebilmek.

Diyorum ben de, diyebiliyorum aslında ama hala "seni seviyorum"dan daha güçlü değil. Hala... Belki de hiç daha güçlüsünü hissedemiyicem ben zaten, alışmam gerek belki artık.

Olanla, hissedilenle yetinebilmek en güzeli sanırım.

google translate neler diyor öyle?

Google translate'e büyük harflerle SERDAR ORTAÇ yazıp Türkçe'den İngilizce'ye çevirmesini isteyince ne yanıt verdiğini tahmin edin!!!

Justin Timberlake.... Nasıl yaaa:SSSS

Nasıl bir benzerlik keşfetti ki aralarında. Ayrıca benzerlik ne ya? Google translate benzerlikle mi çalışıyor?

Allah'ım gel de güven şimdi... Bir önceki şirketimde yaptığım İngilizce yazışmalarda rezil İngilizcem'e güvensem daha iyiymiş. Kimbilir neler yazıp gönderdim insanlara!!!

Şaka şaka, ingilizcem google translate'e güvenecek kadar kötü değil. (Kıyamadım bak kendime:p)

huysuz zamanlarım....

Sorun çıkaran değil huzur veren olmak istiyorum.

Öyle konuşmuştuk en son bir arkadaşımla. Neden huzur vermiyoruz biz, diye. "En huzurlu olduğum zamanlar" diyorum ya ben onun yanında olduğum zamanlar için. Neden onun da öyle düşünmesine izin vermiyorum?

Ama üzülüyorum da ben şimdi. Üzülünce huysuzlaşıyorum. Deli gibi çaba harcıyorum "normal" davranıyım diye ama huysuzluk normalim oluyor benim öyle zamanlarda.

Hep aynı dönemlere geliyor, evet. Ne kadar şaşırtıcı değil mi? Nedenini biliyormuşum ben oysa içten içe. Fark ettim, meğer sebebini biliyormuşum ben...

Bilmiyor olmak daha iyi ama bazen. Çözemeyeceksem, çözüm üretemeyeceksem bilmem neye yarar?
Kıyaslama diyorum kendime. Kimseyle kıyaslama. Hele kendinle! Sakın... Kıyaslama. Bunu yapmamam gerektiğini öğrendim ama yapmamayı öğrenemedim ben bir türlü! Kendimle her kıyaslamamda yeniliyor içimde O! Kendime taraflı mı yaklaşıyorum? Olabilir. Sorgulama işte. Ama kıyaslama da...

Huysuzluk yine normalim bugün. Her şeyimi etkiliyor oysa. Tepkilerimi, ailemle ilişkilerimi, giyinişimi bile. Aynaya bakışımı etkiliyor. Sevmiyorum kendimi. Güzelsem de çirkinim. Şıksam da rüküşüm böyle zamanlarda. Mutluysam da mutsuzum işte.

Huysuzluk normalim oluyor çünkü. Başında ters dönüyor bi kere her şey.

Kıyaslama işte. Bir şey bekleme, beklenti içine girme. "Vardır," de işte "Vardır bir bildiği" de.
Bekliyorsan da bir şeyi, O'nun bildiği şeyi bekle...

12 Aralık 2010 Pazar

sabır

Ne kadar sabırsızız. Ya da ben öyleyim en azından. Her şey hemen olsun, zaman geçmeden hemen, ben beklemiyim, planlarım bozulmasın, nasıl tasarladıysam öyle devam etsin istiyorum.

Planlarım bozulmasın evet,
Deliriyorum ben bozulunca. Düşündüğümün aksi olunca panikliyorum. Oysa hayat planlarımı bozacağını her fırsatta gösteriyo bana, anlamıyorum hala, ısrar ediyorum.

8 Aralık 2010 Çarşamba

saçma sapan

Canım bişiler yazmak istiyo ama yazmaya başladığım an içimden geçenler sadece ne kadar yorgun olduğum, uyusam mı yoksa dayanabildiğim yere kadar gözüm açık mı kalsa. ama bu sefer de ruhum uyuyo, onu nasıl uyandırıcam? vs... vs....

Çok sıkıcıyım bu aralar....
---
Kuzenim sevgilisinden ayrıldı. Üzüldüm gerçekten. Ayrılmasın sevenler istiyorum, herkes hep mutlu olsun.
Ama onlarınki garip bi ilişkiydi gerçekten.

İkisi de ayrı ayrı çok iyi insanlar ama ilişkiyi yürütme tarzları saçmaydı. Aynı şehirde oturup sırf keyiften ayda yılda bir görüşen çift mi olur. Neyse konu bu diil zaten de,

Şimdi ayrıldı bunlar, facebook sayfalarına gir bak, ruh halini oku ikisinin de. Ne gerek var anlamıyorum.
Yapmacık değiller biliyorum ama böyle davranışların samimiyetine inanmıyorum ben hiç. Tanımasam ikisini de dalga geçerdim, anaaaa reklam yapıyo lan bunlar, kim bilir kime ayrıldıklarını duyuruyolar diye.

Ama öyle değil biliyorum.

Öfff bana neyse zaten.
Yorgunum ben yaaaa....

Mesaiye hayıırrrr!!!!!! Ben bu işleri düzenleyen bakan falan olmak istiyorum. Çalışma saatlerini 09.30-16.30'a fixliyicem...

Mesaiye bırakan şirketlere/patronlara da ceza kesicem. Direkt.
İki gıdım yaşıyıcaz şunun şurasında, ömrümüzü yediler yaaa... Yeter.

1 Aralık 2010 Çarşamba

mevlana der ki,

Ben aşağıya isyanımı yazarken, sevgilim hissetmiş olmalı, bana Mevlana'dan uyarı gönderdi;

"Kötü bir döneme girdiğinde ve herşey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde sakın pes etme, çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır..."

hayat seni yaşamaya gelmedik mi? heyhat...

Ben, böyle okul biticek, çok güzel bi işim olucak, işte ben çok güzel bi iş kadını olucam gündüzleri, akşamları vur patlasın çal oynasın iş kadınlığımdan eser kalmıyıcak, ohhh ne ala memleket yaşıyıcam sanıyodum eskiden.

Şimdiyse halim şu;
Bakımsızlıktan ölüyorum,
Bütün gün yetmiyo, akşamları da çalışmaya devam ediyorum,
13 saat aynı yerde, açılmayan pencereleri olan, klimalı ofiste, suni havayla beslenen ve gün sonunda pespayeliği iyice artan bir bireyim.

Yorgunum
Umutsuzum
Sonumu göremiyorum.

Lan ben bunun için mi geldim dünyaya, diyorum. Sonra fazla isyankar olduğumu düşünüp susmaya çalışıyorum. Dilim sussa içim susmuyo. Sonuç; içimde patlıyo.

Hayatım iş ve yatak arasında geçiyo artık. Haftasonu için yaşıyorum resmen ama haftasonlarımı da, haftaiçini düşünerek girdiğim stresle mahvediyorum. Kendi ellerimle, ne güzel.


Hayatı yaşamak lazım.
İşkolikleri anlamıyorum.

Kendi işkoliklik tutumunu diğer herkeste görmek isteyenleri hiç anlamıyorum. Dahası onlara ifritim...

Güzel günlere...