13 Mayıs 2010 Perşembe

Lucy...

Köpeklerden tüm benliğiyle korkan bir çocuktum ben. Çok kovaladılar beni, kaçtım ben de, yüzme bilmezken denize bile attım kendimi panikle (küçükken köpeklerin de yüzebileceğini bilmeyebilirsiniz:p)

Öyle bir korkuydu, sokağın karşısında olsa kalbim uçmaya başlardı.

Sonra evimize bir şey geldi... Böyle çirkin mi çirkin, (bence) korkunç mu korkunç ufak bir Boston Terrier.
Muhattap olmamaya karar vermiştim. Evin onun girmesi yasak olan kısımları benim özgürlük alanlarımdı! Salon, mutfak ve odam...
Ama bir gün, amacım tuvalete gitmekken sadece, oyun oynamak istediğimi sanan o şey beni kovalamaya başladı... Yanlış yere kaçmıştım, Özge'nin (ablam) odasına, orası onun sınırları dahilindeydi ama!

Ne kadar ağladığımı, kalbimin atışını, korkumu, sinirimi hala net hatırlarım. "Bu evden ya o gidecek ya da ben!!!"

Ama o gün sondu. Ertesi sabah bir kereliğine dokunmaya karar verdim. Sonra bir kereliğine daha çok dokunmaya ve sonra daha çok...

Sonra sarılmaya, öpmeye, oynamaya.... ve sonunda içime sokmak isteyecek kadar benim de Lucy'mdi o. Luuuusss, Lusitaaa, Lusindaaaa'ydı. Yadırgamadan, ona seslendiğim her ismi sahiplenecek kadar benim olmuştu.

Artık dünyanın en güzel köpeğiydi...

Gerçekten. Bir kişi bile tanımıyorum, o çirkinliğiyle onunla 5 dakika geçirdikten sonra "bu köpek dünyanın en güzel en sevimli şeyi!" demesin. Bir kişi tanımıyorum "Ben köpeklerden korkarım" deyip Lucy'i sevmesin...

Minicik boyuyla 6 tane koca köpeği peşinden koştururken hatırlarım onu hala. Bir tanesi bile yakalayamazdı asla. Manevralar Lucy'nin işiydi çünkü. Koca köpeklerin bankların altından onun süratiyle geçemeyeceğinden her zaman emindi. Minik aralardan süratle geçmek de onun işiydi.

O masum suratını yemek isterdin o öyle kafası patilerinin üzerinde yatarken. Az önce çılgın gibi ordan oraya koşan, atlayan o değildi sanki. Bu masum şey mi Lucy, derdin.
Bi kere "gel" de, al kucağına, kıvrılıp yatsın dizlerinde, sen dünyanın en sakin insanı, o dünyanın en mutlu köpeği olurdu artık.

Bu kadar yaramaz olup bu kadar zorluk çıkarmayan ve laf dinleyen başka bir köpek tanımadım ben.

Sabaha kadar yazabilirim, anlatabilirim onu. Öyle özlüyorum ki.

Sonra bir gün halsizleşmeye başladı, yoruluyordu sürekli, titriyordu bazen... Gitgide arttı, arttı...
Keneden kapılan bir tür mikropmuş, nadir görülenlerden. Onu keneden korumak için her önlemi alan bizlerde şok yaratmıştı tabi.

Gözümüzün önünde eridi Lucy. Gerçekten eridi. Gözleri kanlanmıştı evde onu son gördüğümde. Çok yoğun çalıştığım zamanlardı, evde vakit geçiremiyordum pek. O yüzden pek görmedim Lucy'nin kötü olduğu anları. İyi ki görmemişim. Son görüntüsü yeteri kadar acı veriyor çünkü hala.

1 haftadır veterinerdeydi ve ben ancak ziyaretine gidebiliyordum. Artık iyice kötüleşmişti. O halini unutamam. Tek gözünden kanlar akarken sessizce annemin kucağında yatıyordu. Annem yanından ayrılmadan önce tuvaletini yapması için çıkardı onu ama ayakta bile duramıyordu ki. Bir şeyi gülümseyerek sevmeye çalışırken, yaşların her şeye inat aktığını ilk o zaman gördüm ben. Ağladığını bilmeden ağlamıyı ilk o zaman gördüm.

O sabah öldü... (22.10.2009)
Annemin üçüncü kızım diye sevdiği evimizin neşesi öylece, sessizce bir anda yok oldu.

Köpeklerinden aile bireylerinden biriymiş gibi bahsedenleri, öyle davrananları anlamazdım bir türlü. Kınardım hatta.
Öyle iyi anlıyorum ki şimdi...

Veterinerinin önünden her geçişimde hala gözlerim dolarken nasıl anlamam...

Hiç yorum yok: