13 Mayıs 2010 Perşembe

öfke ve etrafımızdakiler

Kitaplarım benim için önemlidir. Oldukça önemlidir. Onları her zaman etrafımda görmek isterim ve sapasağlam...

Odamda her yerdedir kitaplarım... Bazen rafta, bazen komidinin üstünde, bir kaçı karışık olarak yerde bazen... Okuduktan hemen sonra kaldıramam çünkü.. Geri dönüp okumak isterim bazı bölümleri tekrardan, bir daha göz atmak isterim. O yüzden elimin altındadırlar hep.
Ama bilenler bilir, bir sayfasının kırışmasına bile tahammülüm yoktur, öyle düzgün okumaya çalışırım...

Derken... Dün akşam odama bir girdim, Küçük Arı'mın kapağının ucu ve sayfalarının köşeleri yenmiş! Evet bariz yemiş...

Misket... Eve yeni gelen hiperaktif köpeğimiz. Biliyorum çok ufak daha, dikkat etmesi gereken bendim, kapımı aralık bırakmamalıydım ama Lucy'den hiç böyle hareketler görmeyen ben "dikkat etmek"le ilgilenmiyordum pek. (Lucy biricik köpeğimizdi. Daha sonra bahsederim.)
Nasıl sinirlendiğimi anlatamam... Bütün günün yorgunluğu, yolun stresi, gün içinde beni yoracak ne olduysa tamamı birden geldi çöktü üstüme...

Ters, sinirli, mızmız, huysuz biri oldum bir anda... Dolayısıyla bu öfke patlamasına her zamanki gibi sadece çok sevilenler tanık oldu...

En kötüsü de bu ya.. Etrafımızda o kadar insan var, herkese her şey için tahammül ediyoruz, sakinleşmeye çalışıyoruz ama en yakınlarımız hepsinin sinirini onlardan çıkarmamıza katlanmak zorundaymış gibi davranıyoruz.

Aslında en çok özen göstermemiz gereken kişilerken. Sinirlendiğin kişiye sinirlendiğin neyse söyle gitsin oysa, senin için ne önemi var ki.... Kırmaman gereken o değil. Hak ettiyse ve de... O sana aynı özeni gösterir miydi acaba...

Hayatında daima olmasını istediğin kişi değil hırsını alacağın. El üstünde tutman gereken asıl o. Tahammül sınırlarını genişletmen gereken, sinirini yatıştırmak için uğraşman gereken...

Yapmıyıcam diyorum, her seferinde, sondu, bir daha yapmıyıcam. Ama yapmıyor muyum? Ah tabi ki yeni bir söz alıyorum kendimden, tekrardan....

Hiç yorum yok: