3 Eylül 2010 Cuma

özlemenin kısır döngüsü

Zehir ettim.

Ailesinin yanında geçireceği bir haftayı ona zehir ettim. Burda geçirdiğim her dakikayı da kendime.

O kadar özledim ki onu. O kadar özlüyorum ki. Her mutlu olabileceğim andan sonra aklıma ona duyduğum özlem geldiğinde, gözlerimin dolmasıyla dibe vuruyorum ama. Akşamlarım ağlamakla ya da dokunsan ağlayacak bir ruh haliyle geçiyor.
Sonra ona “özlüyorum” diyorum. Onu, yanında olmayı, ona dokunmayı, onu izlemeyi, susmayı, onunla gülmeyi, yanında hiçbir şey yapmamayı bile özlüyorum. Ama anlamıyor beni, fark ediyorum. Onun özlemesi benimkinden farklu çünkü, çok farklı. Normal olan onunki biliyorum. Özlemek hayatını ele geçirmemeli insanın. Anlıyorum. Farklısını beklemiyorum. Fazlasını da.

Beklemiyorum diyorum. Ama sonra anlıyorum ki bekliyorumuş gibi davranıyorum. Ona özlüyorum dediğimde bana aynı yoğunlukta cevap vermediği için, hatta sadece, ben ağlayarak mesaj atarken, mesajı yazarkenki beni görmediğinden normal bir özlem mesajıyla yanıt verdiği için ve hatta belki de sadece mesajının sonuna bir gülücük koyduğu için onu suçluyorum. Ben ağlarken o güldüğü için.

Ama nasıl suçlama… 3 gecedir sanki onu tanımıyomuş gibi davranmama neden oluyor. Ondan nefret ediyormuşum gibi. İnanılmaz soğuk. İnanılmaz mesafeli. Bana inanılmaz acı veren bir tavırla… Her soğuk konuşmamda, her uzak mesajımda bir adım daha gömülüyorum içimdeki özleme. Daha bir yaklaşıyorum mutsuzluğuma. Sonra kurtulamıyorum. Örümcek ağlarının yapışkanlığı gibi sarılıyor her yanım. Battıkça daha çok batıyorum soğuk tavrıma…

Her şeyin farkında olarak ama bir türlü geri adım atamayarak.

Zehir ettim tatilini. Utanıyorum. “Özledim çok… Ondan..” diyemem ki. Derim, diyorum da. Ama yetmiyor. Ben kendimden utanıyorm. O benden, bu tavrımdan bıkarsa diye korkmam boşuna mı?

Hiç yorum yok: