15 Haziran 2010 Salı

haftanın günleri

Pazartesi ve Salı günleri çalışamıyorum. Pazartesi sendromum Pazar öğlen başlayıp Salı işten çıkana kadar devam ediyor. Ölü gibi oluyorum. Gözüme kalem bile çekmiyorum, öyle mutsuz, öyle hayattan bezmiş, öyle bitse de gitsek havasındayım.
Çarşamba böyle yavaş yavaş kendime gelme günüm. Ama yine de “ya bugün neden Cuma değil yaaa” nidalarıyla kalkıyorum. Çalışma konusunda biraz daha azimliyim ama. Pazartesi ve Salı mümkün olduğunca savdığım işleri bugün bitirmeye başlıyorum. Akşam olsa da gitsek durumum stabil hala.
Perşembeyi seviyorum. Cuma öncesi ya hani. Cumayı sevdiğim kadar seviyorum nerdeyse. Cumayı hediye ediyor diye mutlu olmaya başlayan ruh halimle karşılık veriyorum ona. Çalışıyorum o gün. Adapteyim işe, verin verin, onu da yapabilirim, yetişir yetişir bunu da yaparım gibi dolanıyorum ortalıkta. (Yalan! Dolanmak kelimesi tam bi yalan. Yerimden bile kalkamıyorum çoğu gün) Neyse. Sonuç olarak güzel bir gün Perşembe. Eskiden Aşk-ı memnuyu izlerdim bir de Perşembe akşamları, o yüzden de severdim.
Ve Cuma... Bir gün bu kadar mı güzel olur. Tatil arifesi, arifeleri sevmişimdir her zaman zaten. Aynı şeye benziyor, dondurmayı yiyebilmek için iştahla öncesindeki ana yemekleri silip süpürmeye. Ama şöyle bir problem var bu sefer de. Öyle mutlu oluyorum ki, çalışmaya odaklanmam zor oluyo bu defa. Bütün hafta bu günün gelmesi için surat asıp duruyorum sanki. O gün ışık saçma arzusuyla doluyum böyle. Sabah sabah işe gelip makyaj bile yapıyorum çoğu Cuma.

Sonuç olarak benim bütün hafta adam gibi çalışmadığım çıkıyor ortaya. Valla bak vicdan azabı çekicem şimdi. Ama yok hakkımı da yiyemiyicem. Bazen tüm hafta çay almaya bile kalkamıyorum yerimden. Deli gibi çalışıyorum, geceleri rüyalarımda ürün kodları, stoklar vs. görüyorum. Aklım işten sonra bile işte oluyor. İstemeyerek çalışıyorum tamam. Ama çalışıyorum yani...

Hiç yorum yok: