29 Haziran 2010 Salı

içi kırmızı babetlerim!

Dün yeni bi babet aldım kendime. O kadar şekerler ki, fotoğrafını çekip koymak istiyorum buraya ama önce ayaklarımın iyice bronzlaşması gerek. Öyle daha güzel görünecektir. O zaman koyarım.

Neyse. Aşık oldum galiba onlara. Böyle çiçekli miçekli. Ki ben hiç sevmem normalde çiçek böcek kıyafetleri. Ama bunlar başka, çok güzel!!!!

Ve en önemlisi içleri kırmızı yaa. Çok severim içi kırmızı olan ayakkabıları. Kimse görmüyo evet ama ben biliyorum ya giyerken, yeter o.
En sevdiğim şeydir, kıyafetlerin ya da ayakkabıların kendine has olan özellikleri. Aslında sadece kıyafetler değil. İnsanlarda da öyle. İnsanın kendine ait bir tavrı / tarzı olmalı bence. Bir şekilde yansıtmalı. Şık pahalı giyinmekten bahsetmiyorum ama. Mesela saçının şekli. Ya da sürekli kıyafetleriyle kombine fularları. Ya da ayak bileğindeki dövmesi ne biliyim giyim tarzındaki istikrar, gülüşündeki bir nüans, konuşma tarzı, ellerini kullanma şekli... Bulamıyorum şimdi ama basit bir şeyle onu diğer herkesten ayıran bir özelliği olmalı insanın. Ona ait olmalı, “x” denildiğinde direkt o kişiyi getirmeli akla. Öyle minik, bakıldığında fark edilmeyen ama bir şekilde insanların bilinç altına “o”na ait olarak işlenmiş olan bir şeye sahip olmalı insan.
Yoksa sıradanlığın içinde kaybolup gideriz. Ha bana “senin ne özelliğin” var desen söylemem, söyleyemem de. Onu ancak beni tanıdıkça sen görürsün. Bi gün bi yerde bir şey gördüğünde ya da bir tavırdan bahsettiğinde aklına “ben” geliyosam işte o bana aittir. Ki ne güzel bir aidiyettir bu.

Babetlerimden nereye geldim.

Farklı olucam diye, abuk sabuk,"marjinalim ben heyo” diye gezenlerden Allah beni uzak tutsun ama, onlardan bahsetmiyorum.
Farklılık; fark edilmeden ortaya çıkmış olandır bence.

Hiç yorum yok: